14 Aralık 2012 Cuma
AÇILIŞA DAVETLİSİNİZ
RUHİ SU 100 Karikatür Sergisi Katılımcıları
Ahmet Ümit Akkoca
Aslı Yücel
Asuman Küçükkantarcılar
Aşkın Ayrancıoğlu
Atay Sözer
Atilla Atala
Atilla Yakşi
Ayten Köse
Aytur Şahinbay
Bahar Dumanoğlu
Canan Bilge (Gravür)
Canol Kocagöz
Cemal Arığ
Cemalettin Güzeloğlu
Coşkun Göle
Çiğdem Demir
Ekrem Kılıç
Emre Kaleci
Emre Yılmaz
Eray Özbek
Erdoğan Karayel
Erhan Yaşar Babalık
Feriye Çekiçoğlu
Gülçin Çalışkan
Gülhan Sevinç
Halit Kurtulmuş
Hande Dilek Akçam
Harun Yücebaş
Hayati Boyacıoğlu
Hicabi Demirci
Hilmi Şimşek
Hülya Erşahin
Hüseyin Alpaslan
Hüseyin Soylu
İbrahim Göker
İlker Yatı
İsmail Cem Özkan
İsmail Doğan
İsmail Kar
Kamil Yavuz
Kürşat Coşkun
Lütfü Çakın
Mehmet Ali Kaptı
Mehmet Kaan Sevinç
Mehmet Karaman
Mehmet Saim Bilge
Mehmet Zeber
Melahat Coşkun (Maskot kukla)
Menekşe Çam
Mine Yörük Aygün
Muammer Olcay
Muhammet Bakır
Murat Yağan
Murteza Albayrak
Mustafa Bora
Mustafa Yıldız
Nevzat Varhan
Numan Seven
Önder Vurgun
Rasim Abay
Raşit Yakalı
Saadet Demir Yalçın
Sadık Öztürk
Semih Poroy
Serpil Kar
Sevdakâr Çelik
Seyit Saatçi
Sezer Odabaşıoğlu
Sonay Yılmaz
Şahan Noyan
Tayfun Akgül
Turgay Karadağ
Uğur Pamuk
Yaşar Kemal Turan
Zeki Bulut
Zülfü Varlı
28 Ekim 2012 Pazar
Ruhi Su Karikatür Sergisi
Doğumun 100. Yılında büyük usta RUHİ SU için RUHİ SU KARİKATÜRLERİ SERGİSİ düzenliyoruz...
Ruhi Su'nun Hayatı, felsefesi, türküleri ile ilgili her türlü çizgiyi bekliyoruz.
Ruhi Su'yla ilgili geniş bir araştırmayı aşağıdaki stünlarda bulabilirsiniz...
Karikatürlerde teknik serbesttir A-4 ebadında 300 dp JPEG formanındaki çalışmalarınızı
30 Kasım 2012 tarihine kadar ruhisu100karikatur@gmail.com adresine yollayabilirsiniz...
Ruhi Su'nun Hayatı, felsefesi, türküleri ile ilgili her türlü çizgiyi bekliyoruz.
Ruhi Su'yla ilgili geniş bir araştırmayı aşağıdaki stünlarda bulabilirsiniz...
Karikatürlerde teknik serbesttir A-4 ebadında 300 dp JPEG formanındaki çalışmalarınızı
30 Kasım 2012 tarihine kadar ruhisu100karikatur@gmail.com adresine yollayabilirsiniz...
Değerli Katılımcı ,
Homur Mizah ve Karikatür Grubu'yla ortaklaşa düzenlediğimiz, "Ruhi Su Yüz Karikatür Sergisi" nde yer alacak karikatürleriniz derneğimiz tarafından albüm,kartpostal gibi baskıları yapılacaktır.
Katılımcı karikatür sanatçıları eserleriyle ilgili olarak Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği'nce yapılacak çoğaltma, yayma,dernek yararına basma veya satma halinde ekonomik bir hak iddia etmeyeceklerini kabul etmiş sayılacaktır.
Albümler katılımcılara ücretsiz olarak gönderilecektir.
RUHİ SU KÜLTÜR VE SANAT DERNEĞİ
Ruhi Su 100 Yaşında
Adana Öksüzler
Yurdu’nda
10 yaşında bir kemancı
1912’de Van’da doğdu. Adı
Mehmet’ti. Annesini babasını hiç bilmedi. Kendi anlatımıyla “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı
çocuklardan biriydi”. Van’dan Adana’ya getirdiklerinde çok küçüktü. Çocuğu
olmayan, fakir bir ailenin yanına verilir. Onları; amcası ve yengesi bilir,
öyle çağırır.
Evdeki keçilerden,
ineklerden, tavuklardan o sorumludur. İşe, çobanlıkla başlar. Yaşamındaki en
önemli şey ise; söylediği türkülerdir!
Mehmet 6 yaşına geldiğinde, Adana İngilizler ve
Fransızlar tarafından işgal edilir. Bu işgalin ardından Adanalılar toplu olarak
Toros Dağları’na kaçar. Bu göç “kaç-kaç yılları” olarak anılır. Mehmet de
amcası ve yengesiyle bu göçün içerisindedir tabii. “Kaç-kaç”ta Adana’da çok
güzel türküler öğrenir.
Mehmet’in yaptığı hiçbir
şeyden hoşnut olmayan yengesinden yediği dayak, Mehmet’in yaşamının dönüm
noktası olur. Mehmet, o zamanki adıyla Dar-ül Eytam’a; öksüzler yurduna
verilir. O günleri şöyle anlatır: “Oyun
denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu,
şaşkındım.”
10 yaşından başlayarak yatılı
okur. Müzik öğretmeni Mehmet Tahir, yurda bir keman aldırıp Mehmet’i kemana
başlatır. Dördüncü sınıfta kemana başlayan Mehmet, böylece klasik müziğe de ilk
adımını atar.
İlk balerinimiz Güzide NOYON'la |
Mehmet çok üzülür ama geçen
yıl yerini Şaban’a verdiğine hiç pişman olmaz. Suphi ile birlikte İstanbul
Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne giderler. İsimlerinden dolayı küçümsenirler.
İsimlerini değiştirmeye ya da ek bir isim almaya karar verirler. Artık, o
Mehmet Ruhi’dir.
İstanbul Öksüzler Yurdu
öğrencileri Ruhi’yi Ahmet Muhtar Bey’le tanıştırırlar. Akşam oldu mu kantinde
ağabeyleri “Hadi Ruhi çal” derler ve
Ruhi’ye keman çaldırırlar. O günlerden birinde içeri giren okul komutanı “Bu ne rezalet?” diyerek kemanı ayaklarının
altına alır ve kırar.
Kendisi Halıcıoğlu Askeri Lisesi’nde…
Aklı fikri Müzik Öğretmen Okulu’nda!
Okul komutanı bir kaç gün
sonra, kemanın parasını vermek istese de Mehmet Ruhi kabul etmez. Aklı fikri Müzik Öğretmen
Okulu’na nasıl gidebileceğindedir.
Ahmet Muhtar Bey, bir gün “Ankara’ya gelebilir misin?” diye sorar.
Ruhi, hemen “evet” der. Arkadaşları para toplar, iki kimliği olan bir
arkadaşının kimliklerinden birini alır, askeri okuldan kaçar ve Ankara’ya gider,
Ahmet Muhtar Bey’i bulur. Ruhi’nin kaçarak geldiğini duyunca “eyvah” der ve Ruhi’yi Askeri Liseler
Müdürlüğü’ne gönderir. Ruhi ağlayarak olanları anlatır. Onu dinleyen albayın da
gözleri dolar ve “Sen şimdi okuluna dön
ve oradan bir dilekçe ile başvur” der.
Ruhi, askeri okuldan
kaçtığına da pişman olmayacaktır. Müzik Öğretmen Okulu’na nasıl girebileceğini
daha kapsamlı düşünecek ve sağlık kontrolü sırasında bir kulak doktoruna
durumunu anlatacak, kendisini çürüğe çıkarması için doktora yalvaracaktır. “İltihabı yüzünden mektebe devam edemez”
raporu ile birlikte Müzik Öğretmen Okulu’na dilekçe yazar. Ama, “Yerimiz yok, alamayız” yanıtı alır.
Tekrar Adana…
Klasik Batı Müziği İle Tanışma…
Çürüğe çıktığı için askeri
okul ile ilişiği kesilen Mehmet Ruhi, Adana Öksüzler Yurdu’na geri gönderilir.
Adana Lisesi’ne başlar. Oradan da Öğretmen Okulu’na geçer. Tenefüslerde keman
çalar. O sıralarda Adana’da bir sinemada
sessiz filmler oynatılır. Sinemada bir de küçük bir orchestra
vardır. Filmdeki sahnelere göre, bu orkestra
müzik yapmaktadır. Orkestradaki Avusturyalı Ervix, Adana Öğretmen Okulu’nun da
keman öğretmenidir. Ruhi, ilk klasik batı müziği parçalarını ondan öğrenir.
Adana Öğretmen Okulu’ndayken
aşık olduğu ebe-hemşire olarak çalışan bir kızla evlenir. Güngör adını
koydukları bir oğlulları olur.
Ankara Müzik
Öğretmen Okulu…
Kemanı Bırakma Zorunda Kalış…
Karısı Ankara Numune
Hastanesi’ne tayinini ister, Ruhi de Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nun giriş
sınavına girer. “Bir konçerto çal”
dediklerinde çok şaşırır. Bu sözü ilk kez duymaktadır. Müzik iması ve armoni
sozcüklerini de… Öğretmenlerden biri, sınava hazırlanması için Vivaldi Sol
Majör keman konçertosunu verir. Bir arkadaşından da ödünç keman bulur. Bir otel
odasında gece gündüz çalışır. Sınavı geçer. Ulvi Cemal Erkin’in “son sınıfa girerse zorlanır, bir sınıf
aşağısına girmeli” teklifine tüm öğretmenler katılır.
Aşık Veysel |
Ankara Müzik Öğretmen Okulu’ndan
Ankara Riyaseti Cumhur Orkestrası’na seçilerek orada çalışmaya başlar. Aynı
zamanda müzk öğretmeni olarak da İkinci Ortaokul ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden çalışır.
Mehmet Ruhi Su,
konservatuarın Opera Bölümü öğrenciliğini sürdürürken bir öğretmeni keman
çalışmasının ses tellerine zarar vereceğini, sesinin zayıf çıkacağını
söyleyerek, bir tercih yapmasını iser. Mehmet Ruhi, kemanı bırakmak zorunda
kalır.
Operadan
Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor’a…
1936’da Devlet Konservatuarı’nda opera bölümüne başlar. 1945 yılında Opera Kanunu çıkınca öğretmenliği bırakmak zorunda kalır. 1952 yılına kadar pekçok operada rol alır: Bastien Bastienne, Madam Butterfly, La Boheme, Satılmış Nişanlı, Fidelio, Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düğünü, Rigoletto, Aşk İksiri.
Devlet Operası’nda çalışmaya
başladığı yıllarda eşiyle anlaşmazlık nedeniyle ayrılır. “Konsolos” operasının provasındayken gözaltına alınır ve
tutuklanır. Opera yaşamı böylece noktalanır.
Operayı çok seven Mehmet
Ruhi, türkü söylemeyi hiç bırakmamıştır. Konservatuarda türkülerini dinleyen
hocalarından Markovich, “Türk müziğinin
bu kadar güzel olduğunun ilk defa farkına varıyorum” der ve zamanın Radyo
Müdürü Vedat Nedim Tör’e Ruhi Su’dan övgüyle söz eder. 15 günde bir pazar
günleri saat 10’da “Basbariton Ruhi Su
Türküler Söylüyor” anonslu radyo programı böylece başlar. Bu program, 1942-1945 yılları arasında çok ilgi görererk devam
eder.
Ruhi Su’nun söylediği
türkülerin çoğu, alevi deyişleri ve alevi nefesleridir. Alevi nefeslerini ve
müziğini geniş halk kitlelerine kararlılıkla ilk duyuran Ruhi Su’dur. O, Alevi
müziğinde, halkların yıllar süren başkaldırı mücadelesini görmüştür. Ali
İzzet’ten “Bir Allah’ı Tanıyalım Ayrı Gayrı Bu Din Nedir”, Pir Sultan Abdal’dan
“Gelin Canlar Bir Olalım”, Muhyi’den “Zahit Bizi Tan Eyleme” gibi nefesler
söyleyen Ruhi Su “alevi
türküleri söylüyor, komünizm progpagandası yapıyor” diye susturulur. Mesut
Cemil, Ruhi Su’nun radyodaki işine son verir.
Uzun yol arkadaşı Sıdıka Su ile tanışma…
Sansaryan Han, Tabutluk Önünde Sıdıka’nın Sesi ve Mahsus Mahal…
1946’da Ruhi Su,
Ankara’da yedek subaylığını yaparken operada oynamaya devam eder. Ankara Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi’nde oluşturduğu bir korosu vardır. Sonradan eşi olacak
Sıdıka Umut da, o yıl Dil ve Tarih’in Felsefe Bölümü’ne girer. Bursa’da okumuş
olan Sıdıka Umut, o zamanlar Bursa Hapishanesi’nde olan Nazım’ı ziyaret
ettiğinde, Nazım onun DTCF Felsefe’de okumasını istemiştir.
Ruhi Su ile dünya
görüşleri arasındaki yakınlık, türkülere duydukları ortak sevgiyle dost
olurlar. 1950 yılında da, hem aşık, hem dost... Her ikisi de, o yıllarda sıkı
takip altında bulunan TKP ile ilişkili olduklarını aynı sıralarda keşfederler.
İlişkileri gelişirken, geniş kapsamlı TKP tevkifatı başlar. Ruhi Su ve Sıdıka
Umut da sıralarını beklemeye…
Ruhi Su’nun
korosu kapatılır. 11 Kasım 1952’de Sıdıka Umut, okulu bitirmesine iki dersi
kala, evinden alınarak Ankara Birinci Şube’ye, oradan da Sansaryan Han’a
götürülür.
Aynı gün, Ruhi
Su’nun Kaledibi’ndeki evine de gider polisler. Ruhi, kapıyı açmaz. Biraz zaman
geçtikten sonra önce Sıdıka Umutlar’a gider, Sıdıka’nın götürüldüğünü öğrenir,
sonra çalıştığı Opera binasına gider, eşyalarını toplamaya… Eşyalarını
toplamış, Opera binasından çıkmış, daha karşıdaki geniş caddeye geçmeden motosikletli
polisler Ruhi’yi durdurmuştur. Sonra Sansaryan Han, sonra Harbiye Cezaevi…
Ruhi Su da,
Sıdıka Su da ikisinin de Sansaryan Han’da olduklarını ancak 5 ay sonra
öğrenebileceklerdir.
Sansaryan Han’ın
en alt katındaki hücrelerden birinde beş ayı aşkın süre kalan Ruhi Su, ağır
işkenceler görür. Tabutluklara konur. Yere çömelemeyeceğiniz, ancak biraz
kaykılarak sırtınızı dayayabileceğiniz, eniyle boyuyla “bir insanlık” hücrelerdin tabutluklar.
Sansaryan Han’da aylarca
kanaması durmayan bembeyaz tenli, zayıfçacık Sıdıka Umut, askerler tarafından
tabutlukların önüne getirilip bir doktorla görüştürülür. Doktor Sıdıka Umut’a,
neyi olduğunu sorar ve yavaş konuşmasını tembihler. Sıdıka Umut, mırıl mırıl anlatır.
Nereden bilsin arkadaki tabutlukta Ruhi Su’nun olduğunu? Bu durumu, ancak
Harbiye Cezaevi’ne getirildiklerinde Ruhi Su anlatacaktır. Ruhi Su, Sıdıka’yı
usulcacık çıkan sesinden bile tanıyacak, Sansaryan Han’da olduğunu, üstelik
hasta olduğunu anlayacak, içeride çırpınacaktır eli kolu bağlı olarak. Mahsus
Mahal’i işte o tabutlukta düşünecek ve üretecektir:
“Mahsus Mahal derler,kaldım zındanda
Kalırım kalırım, dostlar yandadır
Iki elleri kızıl kandadır kanda
Aman ölürüm, aklım sendedir
Artar
eksilmeyiz zındanlarında
Kolay
değil derdin ucu derinde
Kumhan
ırmağında, Karaburun’da
Bulurum,
bulurum öfkem kındadır
Dirliğim düzenim, dermanım canım
Solum sol tarafım, imanım denim
Benim beyaz unum, ak güverçinim
Aman bilirim, bilirim kardeş gelen gündedir”
Paspastan bağlama…
Ruhi Su ve Sıdıka Umut, ancak
Harbiye Cezaevi’nde birbirlerini görürler. Ruhi Su, gördüğü işkencelerden hâlâ
tanınmaz haldedir. Görüşmelerini resmi izne bağlamak için nişanlanmaya karar
verirler. Ruhi Su, eşe dosta haber salar. Sıdıka Umut için çok güzel bir yüzük
getirtir. Oracıkta nişanlanırlar.
Harbiye Cezaevi’nde 3.5 yıl
kalırlar. 3.5 yıl her hafta 10 dakika görüşürler ve her gün mektuplaşır,
haberleşirler. Suyun banyodan akıp gitmesini sağlayan oluk üstüne zula
yaparlar. Küçük kağıtlara mektuplar yazarlar, ıslanmasınlar diye o zamanlar
yeni olan jelatin kağıtlara sararlar, zuladan bırakılanı alır, yerine kendi
mektuplarını koyarlar. Pencereden de ışıkla, vücutlarının devinimleriyle
haberleşirler. Sonra türkülerle, uzun havalarla seslenir Ruhi Su, Sıdıka
Umut’a. Ruhi Su’nun sazını içeri almasalar da, Faik Şekeroğlu adında bir
arkadaşı ona paspastan bir saz yapar. Ruhi Su, o sazı çalar, türkü söyler,
cezaevi onun sesiyle yankılanır. Ancak 2 yıl sonra izin çıkar ve Ruhi Su
Ankara’dan bağlamasını getirtebilir.
Ruhi Su, hapishanede
arkadaşları arasından bir koro kurar, onlarla çalışır, onlardan türküler
derler, onlara türküler söyletir. Arkadaşlarını bıktırmamaya çalışarak
cezaevinin tenha köşelerinde, her gün ses egzersizi yapar. Ruhi Su, sürprizleri
çok sever, çok da zevklidir. Sıdıka Umut için boncuktan çantalar, tahtadan
kutular yapar. Sıdıka da, ona nakışlar işler, kazaklar örer.
Harbiye Cezaevi’nde
evlenirler. Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko nikah şahitleridir. Behice Boran,
Sıdıka’nın fakültede öğretmenidir. İçeride ise altlı üstlü ranzalarda
yatmışlardır.
Hasan Dağı Hasan Dağı Eğil Bir Bak…
Ruhi Su, türküler üzerinde en
verimli çalışma dönemini cezaevinde geçirir. Bestelediği türkülerin çoğu bu
döneme rastlar. “Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde”, Ankara’dan İstanbul’a
Sansaryan Han’a getirilişini anlattığı türküdür.
1951 tevkifatı sanıkları için
Harbiye Cezaevi içinde özel mahkeme salonu yapılır. İstanbul göbeğinde yatıp yargılanırlar,
açlık grevleri olur, ama basının kılı bile kıpırdamaz. Basın sadece tutuklamayı
duyurur. Ruhi Su ve Sıdıka Umut, beşer yıla mahkum olurlar. Erkekler Adana
Cezaevi’ne, iki tutuklu kadından biri olarak kalan Sıdıka Umut ise, (Diğer
tutuklu Sevim Belli’dir) Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilir.
Ruhi Su, mahkumlarla
birlikte, İstanbul’dan Adana’ya otobüsle götürülürken bileklerinden ikişer
ikişer zincire vurulmuşlardır. Tuvalete bile birlikte gitmek zorundadırlar.
Jandarma o kadar sıkmıştır ki zinciri… “Hasan Dağı Hasan Dağı Eğil Eğil Bir
Bak” türküsü bu yolculuğun ağıtıdır.
Nazım Hikmet’ten Kuvay-ı
Milliye Destanı’nı cezaevinde düşünmeye başlar, 1960’tan sonra besteyi
tamamlar. “Seferberlik Türküleri ve Kuvay-ı Milliye Destanı” plak olarak
1971’de çıkar.
Şeyh Bedrettin Destanı’ndan
bir parça ve Üç Selvi’yi 1974’te tamamlar. Adana
Cezaevi’nde, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Almanya’da Çöpçülerimiz” şiirini ve A.
Kadir’in Bugünün Diliyle Mevlanası’ndan bazı şiirleri besteler.
Ve Özgürlük!
Selam vermeyen eski arkadaşlar…
Sıcak dostluklar…
Ruhi Su ve Sıdıka Su, Haziran
1958’de tahliye olur. Ruhi Su, sürgün yeri olan Çumra’ya gider. Sıdıka Su,
mevcutlu olarak Ankara’ya ailesinin yanına…
Ruhi Su’yla Çumra halkı hemen
kaynaşır. İş arayan, Ankara’ya nakil olmak isteyen Ruhi Su’nun naklini Emniyet
Genel Müdürü Kemal Aygün istemese de, Çumra savcısı Muharrem İlkez ve hakimi
İlhan Somer, onu Ankara’ya göndermeye çalışır. Savcı, Ruhi Su’dan cura dersi
alırken, Ruhi Su’ya Çumra Cezaevi’nde bir de konser verdirir.
Ruhi Su, emniyet müdürünün
muhalefetine karşın, Ankara’ya gelir. Ankara’da dostu Celal Cündoğdu,
Etimesgut’ta Su ailesine bir işçi lojmanı verir. Etimesgut’a 2 saat uzaklıkta,
bir tarla ortasında, elektriği, suyu olmayan, kerpiçten bir ev. Sümerbank basmalarıyla
perdeler yapıp, aynı basmalarla Ruhi Su’nun tahta ve mukavvalardan yaptığı
dolapları kaplarlar. Artık alabildiğine özgürdürler. Her sabah ve her akşam 2 kilometre yürüyüp
jandarmaya imza verirler. Ruhi Su türküler söyler, şirin evlerinde konuklar kabul ederler.
Ruhi Su’yu Opera’ya tabii ki kabul etmezler. Rastladığı
arkadaşları onunla konuşmaz, selam bile vermezken, hiç ummadıkları insanlardan
sıcak ilgi görürler.
5 yıl aradan sonra Ruhi Su,
Sıdıka Su ile ilk kez Arthur Miller’in oyununa gider: Satıcının Ölümü. Oyun
bittiğinde Ruhi Su o kadar heyecanlanır ki, oyuncuları kutlamak için kulise
gider. Coşkusu derin bir hayal kırıklığına dönüşür. Cüneyt Gökçer’le
karşılaşırlar önce. Cüneyt Gökçer, Ruhi Su’yu karşısında görünce neredeyse geri
adım atacak olmuştur. Ruhi Su fena halde bozulur, paramparça olur.
Atıf Yılmaz’dan Çağrı…
Taksim Gazinosu…
Kazım Taşkent’ten Teklif…
Bedii Faik’in Sorusu: İş adamlarımız Uyuyor mu?
Ruhi Su, arkadaşlarının
nakliye şirketinde eşya taşıyarak yaşımını sürdürür. Emniyet nezaretinin son
günlerinde Atıf Yılmaz, Osman Nuri Karaca ve arkadaşları Ankara’ya gelir. Atıf
Yılmaz “Karacaoğlan’ın Kara Sevdası”
filmini çekecektir. Ruhi Su’yu filmin müziklerini yapması için Adana’ya
çağırır. Ruhi Su, Adana Çığşar yaylası’na gider, türküler derler, bunları film
için korduğu koro ile bu filmde söyler.
Film bitince Taksim
Gazinosu’nda sahneye çıkmak üzere İstanbul’a gider. 2 Mart1960’ta ise ailesini
yanına alır. Bu tarihten itibaren türkülerini gazinolarda söyler.
Karacaoğlan'ın Kara Sevdası (Yön:Atıf Yılmaz) |
O sıralarda Ruhi Su “Bitmeyen Yol” adlı filmde bir türkü
söyler. “Serdari Halimiz Böyle N’olacak / Kısa Çöp Uzundan Hakkın Alacak.” Dünya gazetesinde, o dönemin ünlü fıkra yazarı Bedii Faik,
“Kulaklara Kurşun Gibi Akan Ses” cümlesini
de içeren bir fıkrasında “İş adamlarımız
uyuyor mu?” diye sorarak Ruhi Su aleyhinde kampanya başlatır. İktidara
Demirel geçmiştir. Kazım Taşkent, Ruhi Su’yu çağırır, Bedii Faik’in yazısından
söz eder, “Sen artık bütün aletleri ve
notaları alıp evinde çalışssan” dese de Ruhi Su bunu kabul etmez. “Anlaşıldı. Siz yeni iktidara göre yeni adımlar atacaksınız” der ve
her şeyi bırakarak çıkıp gider.
Beş yıl boyunca
onca emek vererek derlediği, notaya aktardığı halk oyunları, Yapı Kredi Bankası
tarafından kitap olarak, Sadi Yaver Ataman adıyla çıkartılacaktır.
Sami Yaver, Ruhi Su’ya “Bu senin emeğin. Ama böyle istediler”
der. Mahkemede de bu sözleri tekrarlayınca Ruhi Su, açtığı davayı kazanır.
Tazminat istememiştir. İkinci baskının Ruhi Su adıyla çıkmasına karar verilse
de, Yapı Kredi ikinci baskıyı yapmayacaktır. Ancak bu kitap, Ruhi Su’nun
ölümünden 3 yıl sonra, Ruhi Su imzasıyla, Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla
çıkacaktır.
Ruhi Su Dostlar Korosu’na…
İlk koro çalışmasını 1936’da
kurduğu Müzik Öğretmenliler Korosu ile gerçekleştirir. Koronun başına
öğretmenleri Ahmet Adnan Saygun’u geçirmişlerdir. Koronun adı, döneme ait
belgelerde Ses ve Tel Birliği Korosu olarak geçer.
İkinci koro çalışmasını ise
1944-1947 yılları arasında Ankara Üniversitesi DTCF’nde oluşturduğu koro ile yürütür.
Ruhi Su, hapishane yaşamı
boyunca da kısa dönemli koro çalışmaları yapar.
Ruhi Su’nun en önemli korosu,
1975’te Dostlar Tiyatrosu bünyesinde, ilk üyelerini sınavla seçerek kurduğu
Dostlar Korosu’dur. Aynı yıl, Sümeyra Çakır da Ruhi Su’dan ders almaya başlar,
korist olarak Dostlar Korosu’na katılır.
Ruhi Su ve Dostlar Korosu |
1976’nın sonunda El Kapıları, 1977’de Sabahın Sahibi Var, 1978’de Semahlar uzunçalarında Dostlar Korosu,
Ruhi Su’ya eşlik eder. Karşılaşılan nice güçlüğe karşın, çok sayıda konser
verirler. 1980 yılında 12 Eylül darbesinin baskıcı yönetimi altında
çalışmalarına ara vermek zorunda kalırlar. Bu suskunluk, Ruhi Su’nun aramızdan
ayrıldığı 1985 yılına kadar sürer.
Dostlar Korosu,
1986’da önce Ruhi Su’yu anma gecelerine katılmak üzere biraraya gelir.
Çalışmalarını Timur Selçuk, Sarper Özsan, Hüseyin Tutkun, Cenan Akın, Öcal
Öcalan, Refik Köksal, Cengiz Ünal, Ortaç Aydınoğlu ve Berktay Akyıldız gibi
değerli müzik adamları yönetiminde sürdürür. Koro, 1987’de “Ruhi Su Dostlar Korosu” adını alır.
Ülkemizde, bunca yıldıru yaşamını kesintisiz sürdüren, varlığını koruyan bir
başka amötür koro yoktur.
Ana Sütü Gibi Saf,
Dibi Görünen Denizler Gibi Temiz!
73 yaşında hastalığına kanser
tanısını konulduktan sonra, Ruhi Su’nun yurtdışında tedavisi için girişimde
bulunulmasına karşın, yetkililer hiçbir gerekçe göstermeksizin sanatçıya
pasaport vermemekte direndiler. Ülkemizin ve dünyanın aydınları, sanatçıları bu
nisanlık dışı, utanç verici direnişi kırmak için uğraş verdiler. Ruhi Su’nun “tedavi” amaçlı olarak ve “yalnız bir defaya mahsus olmak üzere” yurtdışına
çıkmasına izin verilir. Ama artık çok geçtir.
Ruhi Su, ana sütü gibi saf,
dibi görünen denizler gibi temiz, türküler gibi yalansız dolansız, onurlu, inançlı,
ödünsüz kişiliği, yalın ve tok duruşuyla bize ışıktır.
Ruhi Su, Devlet Konservatuarı Opera Bölümü’nü ilk bitiren ve Devlet Artisti payesini kazanan bir ses sanatkârımızdır.(...). Geçen sene temsil edilen Fidelio’da ve Satılmış Nişanlıda çok alkışlanmıştır. Ankara Radyosu’nda üç telli sazla ara sıra söylediği halk türküleriyle de bütün Türkiye’ye ün salmıştır
Ruhi Su’ya göre, halk türküleri melodi ve şiir bakımından tam kıvamını bulmuş sanat eserleridir, ses ve okunuş bakımından pürüzlerinden ayıklanınca, klasik denecek kadar sağlam ve belirli bir ses mimarisine erişmiş şaheserlerdir. Abidin Dino / Yaprak Dergisi, 15 Mart 1950
Kısa boylu, tıknaz, kabarık saçlı bir adamdır Ruhi Su. Onu bağlaması ile gözleri kapalı türkü söylerken dinlediğim zaman, balçıktan bir adam, Anadolu toprağına karışmış bir varlık görür gibi oldum… Konserde yanımda oturan bir dileyici ne dedi biliyor musunuz? “Anadolu ölmez bir Varlık ve Ruhi Su onun bekçisidir.” dedi. Ben de öyle düşünüyorum. Azra Erhat / Yeni İstanbul, 10 Nisan 1951
Kafam uğulduyor. Utancımdan elimi yüzüme kapıyorum. Ruhi Su, elinde sazı ile gelip oturuyor mikrofonun önüne. Çalıyor, söylüyor. Bir ses, bir yiğit ses ki, süslü püslü salona sığmıyor. Buralık değil bu ses. Söyleyen Ruhi Su değil. Onun ağzında bütün bir yurt dile gelmiş. Aziz Nesin / Akşam, 18 Ocak 1960
“Ben Türkçe bilmiyorum, ama Ruhi’nin türkülerini, müziğini anlıyorum. Ruhi’nin muazzam bir sesi var; müthiş bir nefesi var. Bu öyle bir şey ki, sanatçının sözlerini anlamadan, ne söylediğini, ne duyduğunu anlıyorsunuz. Çok sıcak şeyler söylüyor: Dünyanın her yerinde anlaşılacak şeyler söylüyor.” Francis Babey / Cumhuriyet, 20 Şubat 1971 (Kamerun’lu müzikolog, kompozitör, gitarist, romancı ve şair)
RUHİ SU DEDİ Kİ:
Ruhi Su; 1942 ile 1945 yılları
arasında, öğretmeni Markowich’in önerisi ve beğenisi ile 15 günde bir türküler
söyler. O’nun sesinden söylenen türküler, kiminin aklını başından alır, kiminin
de aklını başına devşirir. Ama birileri rahatsızdır. “Alevi türküleri söylüyor.
Komünizm propagandası yapıyor” derler. “Sesinizi
burada harcamayalım” dediler kendisine ve radyo yaşamı da bitti.
Şimdi o günlere gidelim.
Ruhi Su 32 yaşında genç bir sanatçı. Radyo dergisinde bakın ne diyor:
“Çocukluğumdan
beri bu türkülerin etkisi altındayım. Adana’nın işgali sırasında dağ
köylerine kaçmıştık. İki yıl, böyle köy köy dolaşarak geçen yaşamım boyunca halk türküleri benliğimin hamuruna katıldı”.
“Öyle saz çalan
köylüler var ki, görseniz; (meğer biz, Batı müziğine köyde yaklaşmışız)
demekten kendinizi alamazsınız.”
“Türkülerimiz; insanı
anlatabilmek ve çok yönlü olarak anlatabilmek bakımından ileri ve devrimci bir nitelik
taşıyor.”
·
“Biricik
merakım; bu batı tekniğinden yararlanarak bizim ses müziğimizin söyleniş
tekniğini bulmaktır”
“Halk müziğimiz; bizi batı
müziğine götürmek yolunda en faydalı olanıdır. Batı müziğini seven ve bizim
müziğimizi yapmak isteyen her insan gibi ben de, bu kaynağın başına geldim ve
kendi hisseme düşen taraftan içiyorum. Bu öyle bir içki ki, içtikçe insanın
aklını başına getiriyor.”
“Şarkı
söylemeyi meslek olarak seçen bir insan için, bu –en azından- bir
klasik eğitim, bir ses eğitimi, bir müzik eğitimi, sözün kuralarına göre bir
şarkı söyleme eğitimi ve sonsuz bir insan sevgisi demektir. Türkü
söyleyen bir sanatçı ise, bunlarla beraber halkını ve bu türküleri meydana getiren
koşulları iyi bilmeli. Bunların olmadığı yerde, iş herkesin kolayca
yapabileceği bir klişe icraya yönelir ki, bizim memleketimizde genellikle şarkı
söyleme sanatı böyle olagelmiştir. Bazılarının “halk gibi söyleyiş”
dediği de budur.” Ruhi Su
- “Halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmez” Ruhi Su.
Bizim geleneğimizdeki halk türkülerinde,
türkü söyleyenlerin seslerindeki kimi süslemeler, işlemeler; sesler arasında var
olan basamakları bilinçli olarak bilip geçememekten doğmadır, basmaklar
arasını bir yoklamadır. Bunlar müzik için gerekli şeyler değildir. Bu
basamakları rahatlıkla geçebilme tekniğine sahip olan kimse, o oyunları
gereksemez. Doğrudan müziğin kendisini yapar. Bir sesten ötekine doğrudan
geçebilir. İşte anlattığım bu yoklama, zamanla bir söyleyiş tekniği imiş gibi
ortaya çıkar. Oysa gerçekte bu bir teknik değildir. klişe söyleyiştir. Bunun
ulusallıkla bir ilintisi yoktur”.
Ruhi Su
“Bir şeyler de getirmeli bir söyleyiş.
Bir şey getirmiyor, ileriye doğru bir şey değiştirmiyorsa, yaşıyor sayılmaz bir sanat….
Yaptığımız iş, hem halkın özlemlerini gerçekleştirmeli, hem de halkın
özlemlerini geliştirmeli.” Ruhi Su 1980
RUHİ SU İÇİN DEDİLER Kİ:
Vedat Nedim Tör |
Ruhi Su, Devlet Konservatuarı Opera Bölümü’nü ilk bitiren ve Devlet Artisti payesini kazanan bir ses sanatkârımızdır.(...). Geçen sene temsil edilen Fidelio’da ve Satılmış Nişanlıda çok alkışlanmıştır. Ankara Radyosu’nda üç telli sazla ara sıra söylediği halk türküleriyle de bütün Türkiye’ye ün salmıştır
Halk türkülerinin de
yavşak piyasa ağzıyla meyhanelere düştüğü bu aşağılık ve soysuz çağımızda, tam
manasıyla asil ve yüksek seviyeli bir konser dinlemek, bulunmaz bir mutluluk
oldu. Vedat
Nedim Tör / Vatan, 25 Ağustos 1944
Abidin Dino |
Ruhi Su’ya göre, halk türküleri melodi ve şiir bakımından tam kıvamını bulmuş sanat eserleridir, ses ve okunuş bakımından pürüzlerinden ayıklanınca, klasik denecek kadar sağlam ve belirli bir ses mimarisine erişmiş şaheserlerdir. Abidin Dino / Yaprak Dergisi, 15 Mart 1950
Azra Arhat |
Kısa boylu, tıknaz, kabarık saçlı bir adamdır Ruhi Su. Onu bağlaması ile gözleri kapalı türkü söylerken dinlediğim zaman, balçıktan bir adam, Anadolu toprağına karışmış bir varlık görür gibi oldum… Konserde yanımda oturan bir dileyici ne dedi biliyor musunuz? “Anadolu ölmez bir Varlık ve Ruhi Su onun bekçisidir.” dedi. Ben de öyle düşünüyorum. Azra Erhat / Yeni İstanbul, 10 Nisan 1951
Aziz Nesin |
Kafam uğulduyor. Utancımdan elimi yüzüme kapıyorum. Ruhi Su, elinde sazı ile gelip oturuyor mikrofonun önüne. Çalıyor, söylüyor. Bir ses, bir yiğit ses ki, süslü püslü salona sığmıyor. Buralık değil bu ses. Söyleyen Ruhi Su değil. Onun ağzında bütün bir yurt dile gelmiş. Aziz Nesin / Akşam, 18 Ocak 1960
“Kan
ağlayan ağıtlar, yiğitçe baş kaldıran koçaklamalar, derin bir insancalık yüklü
nefesler; sırıtkan, yayvan ağızlarda eğlencelik, göstermelik haline
gelmişlerdir… Bu yozlaştırmaya “yeter”
diyor gibidir, Ruhi Su’nun yanıklığı, uyanıklığa çeviren gürbüz sesi. Saza bile
başını eğmeden, göğsünü gere gere türkü söyleyişi. Sabahattin Eyüboğlu.
Francis Babey |
“Ben Türkçe bilmiyorum, ama Ruhi’nin türkülerini, müziğini anlıyorum. Ruhi’nin muazzam bir sesi var; müthiş bir nefesi var. Bu öyle bir şey ki, sanatçının sözlerini anlamadan, ne söylediğini, ne duyduğunu anlıyorsunuz. Çok sıcak şeyler söylüyor: Dünyanın her yerinde anlaşılacak şeyler söylüyor.” Francis Babey / Cumhuriyet, 20 Şubat 1971 (Kamerun’lu müzikolog, kompozitör, gitarist, romancı ve şair)
KIZIL VAZO (1961) Yönetmen: Atıf Yılmaz Senaryo:Vedat Türkali |
Filmin tamamını izleyebilirsiniz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)