14 Aralık 2012 Cuma

AÇILIŞA DAVETLİSİNİZ





RUHİ SU 100 Karikatür Sergisi Katılımcıları

Ahmet Ümit Akkoca
Aslı Yücel
Asuman Küçükkantarcılar
Aşkın Ayrancıoğlu
Atay Sözer
Atilla Atala
Atilla Yakşi
Ayten Köse
Aytur Şahinbay
Bahar Dumanoğlu
Canan Bilge (Gravür)
Canol Kocagöz
Cemal Arığ
Cemalettin Güzeloğlu
Coşkun Göle
Çiğdem Demir
Ekrem Kılıç
Emre Kaleci
Emre Yılmaz
Eray Özbek
Erdoğan Karayel
Erhan Yaşar Babalık
Feriye Çekiçoğlu
Gülçin Çalışkan
Gülhan Sevinç
Halit Kurtulmuş
Hande Dilek Akçam
Harun Yücebaş
Hayati Boyacıoğlu
Hicabi Demirci
Hilmi Şimşek
Hülya Erşahin
Hüseyin Alpaslan
Hüseyin Soylu
İbrahim Göker
İlker Yatı
İsmail Cem Özkan
İsmail Doğan
İsmail Kar
Kamil Yavuz
Kürşat Coşkun
Lütfü Çakın
Mehmet Ali Kaptı
Mehmet Kaan Sevinç
Mehmet Karaman
Mehmet Saim Bilge
Mehmet Zeber
Melahat Coşkun (Maskot kukla)
Menekşe Çam
Mine Yörük Aygün
Muammer Olcay
Muhammet Bakır
Murat Yağan
Murteza Albayrak
Mustafa Bora
Mustafa Yıldız
Nevzat Varhan
Numan Seven
Önder Vurgun
Rasim Abay
Raşit Yakalı
Saadet Demir Yalçın
Sadık Öztürk
Semih Poroy
Serpil Kar
Sevdakâr Çelik
Seyit Saatçi
Sezer Odabaşıoğlu
Sonay Yılmaz
Şahan Noyan
Tayfun Akgül
Turgay Karadağ
Uğur Pamuk
Yaşar Kemal Turan
Zeki Bulut
Zülfü Varlı

28 Ekim 2012 Pazar

Ruhi Su Karikatür Sergisi


Doğumun 100. Yılında büyük usta RUHİ SU için RUHİ SU KARİKATÜRLERİ SERGİSİ düzenliyoruz...
Ruhi Su'nun Hayatı, felsefesi, türküleri ile ilgili her türlü çizgiyi bekliyoruz.
Ruhi Su'yla ilgili geniş bir araştırmayı aşağıdaki stünlarda bulabilirsiniz...

Karikatürlerde teknik serbesttir A-4 ebadında 300 dp JPEG formanındaki çalışmalarınızı
30 Kasım 2012 tarihine kadar     ruhisu100karikatur@gmail.com   adresine yollayabilirsiniz...


Değerli Katılımcı ,
 
Homur Mizah ve Karikatür Grubu'yla ortaklaşa düzenlediğimiz, "Ruhi Su Yüz Karikatür Sergisi" nde yer alacak karikatürleriniz derneğimiz tarafından albüm,kartpostal gibi baskıları yapılacaktır.
 
Katılımcı karikatür sanatçıları eserleriyle ilgili olarak Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği'nce yapılacak çoğaltma, yayma,dernek yararına basma veya satma halinde ekonomik bir hak iddia etmeyeceklerini kabul etmiş sayılacaktır.
 
Albümler katılımcılara ücretsiz olarak gönderilecektir.
                                                                 RUHİ SU KÜLTÜR VE SANAT DERNEĞİ


Ruhi Su 100 Yaşında


Türkülerin 100’ü: Ruhi Su

Adana Öksüzler Yurdu’nda
10 yaşında bir kemancı

1912’de Van’da doğdu. Adı Mehmet’ti. Annesini babasını hiç bilmedi. Kendi anlatımıyla “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriydi”. Van’dan Adana’ya getirdiklerinde çok küçüktü. Çocuğu olmayan, fakir bir ailenin yanına verilir. Onları; amcası ve yengesi bilir, öyle çağırır.

Evdeki keçilerden, ineklerden, tavuklardan o sorumludur. İşe, çobanlıkla başlar. Yaşamındaki en önemli şey ise; söylediği türkülerdir!
Mehmet 6 yaşına geldiğinde, Adana İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilir. Bu işgalin ardından Adanalılar toplu olarak Toros Dağları’na kaçar. Bu göç “kaç-kaç yılları” olarak anılır. Mehmet de amcası ve yengesiyle bu göçün içerisindedir tabii. “Kaç-kaç”ta Adana’da çok güzel türküler öğrenir.

Mehmet’in yaptığı hiçbir şeyden hoşnut olmayan yengesinden yediği dayak, Mehmet’in yaşamının dönüm noktası olur. Mehmet, o zamanki adıyla Dar-ül Eytam’a; öksüzler yurduna verilir. O günleri şöyle anlatır: “Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.”

10 yaşından başlayarak yatılı okur. Müzik öğretmeni Mehmet Tahir, yurda bir keman aldırıp Mehmet’i kemana başlatır. Dördüncü sınıfta kemana başlayan Mehmet, böylece klasik müziğe de ilk adımını atar.

İlk balerinimiz Güzide NOYON'la
1925’te Ankara’da Müzik Öğretmen Okulu kurulmuştur. Türkiye’deki tüm öksüz yurtlarına; müziğe yetenekli, sesi güzel çocukların, sınav sonucu müzik öğretmen okullarına yollanması için bir bildiri yollanır. Adana Öksüzler Yurdu’ndan dördüncü sınıftan Mehmet ve beşinci sınıftan Şaban sınava girer. Mehmet sınavı kazanır. Okul müdürü Mehmet’i çağırarak “Sen bir sene daha bu okulda okuyabilirsin ama Şaban açıkta kalır, bu yıl onu kazanmış gibi gösterelim, sen nasılsa seneye yine sınava girersin” der. Mehmet kabul eder. Gerçekten gelecek yıl sınava giren Mehmet de Suphi de sınavı kazanırlar. Ancak, bu sefer de öksüz yurtlarına başka bir bildiri gelir: “Okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara girecek” denmektedir.
 
Mehmet çok üzülür ama geçen yıl yerini Şaban’a verdiğine hiç pişman olmaz. Suphi ile birlikte İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne giderler. İsimlerinden dolayı küçümsenirler. İsimlerini değiştirmeye ya da ek bir isim almaya karar verirler. Artık, o Mehmet Ruhi’dir.

İstanbul Öksüzler Yurdu öğrencileri Ruhi’yi Ahmet Muhtar Bey’le tanıştırırlar. Akşam oldu mu kantinde ağabeyleri “Hadi Ruhi çal” derler ve Ruhi’ye keman çaldırırlar. O günlerden birinde içeri giren okul komutanı “Bu ne rezalet?” diyerek kemanı ayaklarının altına alır ve kırar.

Kendisi Halıcıoğlu Askeri Lisesi’nde…
Aklı fikri Müzik Öğretmen Okulu’nda!
Okul komutanı bir kaç gün sonra, kemanın parasını vermek istese de Mehmet Ruhi kabul etmez. Aklı fikri Müzik Öğretmen Okulu’na nasıl gidebileceğindedir.

Ahmet Muhtar Bey, bir gün “Ankara’ya gelebilir misin?” diye sorar. Ruhi, hemen “evet” der. Arkadaşları para toplar, iki kimliği olan bir arkadaşının kimliklerinden birini alır, askeri okuldan kaçar ve Ankara’ya gider, Ahmet Muhtar Bey’i bulur. Ruhi’nin kaçarak geldiğini duyunca “eyvah” der ve Ruhi’yi Askeri Liseler Müdürlüğü’ne gönderir. Ruhi ağlayarak olanları anlatır. Onu dinleyen albayın da gözleri dolar ve “Sen şimdi okuluna dön ve oradan bir dilekçe ile başvur” der.

Ruhi, askeri okuldan kaçtığına da pişman olmayacaktır. Müzik Öğretmen Okulu’na nasıl girebileceğini daha kapsamlı düşünecek ve sağlık kontrolü sırasında bir kulak doktoruna durumunu anlatacak, kendisini çürüğe çıkarması için doktora yalvaracaktır. “İltihabı yüzünden mektebe devam edemez” raporu ile birlikte Müzik Öğretmen Okulu’na dilekçe yazar. Ama, “Yerimiz yok, alamayız” yanıtı alır.

Tekrar Adana…
Klasik Batı Müziği İle Tanışma…

Çürüğe çıktığı için askeri okul ile ilişiği kesilen Mehmet Ruhi, Adana Öksüzler Yurdu’na geri gönderilir. Adana Lisesi’ne başlar. Oradan da Öğretmen Okulu’na geçer. Tenefüslerde keman çalar.  O sıralarda Adana’da bir sinemada sessiz filmler oynatılır. Sinemada bir de küçük bir orchestra vardır. Filmdeki sahnelere göre, bu orkestra müzik yapmaktadır. Orkestradaki Avusturyalı Ervix, Adana Öğretmen Okulu’nun da keman öğretmenidir. Ruhi, ilk klasik batı müziği parçalarını ondan öğrenir.

Adana Öğretmen Okulu’ndayken aşık olduğu ebe-hemşire olarak çalışan bir kızla evlenir. Güngör adını koydukları bir oğlulları olur.

Ankara Müzik Öğretmen Okulu…
Kemanı Bırakma Zorunda Kalış…

Karısı Ankara Numune Hastanesi’ne tayinini ister, Ruhi de Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nun giriş sınavına girer. “Bir konçerto çal” dediklerinde çok şaşırır. Bu sözü ilk kez duymaktadır. Müzik iması ve armoni sozcüklerini de… Öğretmenlerden biri, sınava hazırlanması için Vivaldi Sol Majör keman konçertosunu verir. Bir arkadaşından da ödünç keman bulur. Bir otel odasında gece gündüz çalışır. Sınavı geçer. Ulvi Cemal Erkin’in “son sınıfa girerse zorlanır, bir sınıf aşağısına girmeli” teklifine tüm öğretmenler katılır.


Aşık Veysel
İlk yılı başarı ile tamamlayarak yatılı okumayı hak eder. O yıl, tek hece olduğu ve kolay söylendiği için “Su” soyadını alır ve adı Mehmet Ruhi Su olur.

Ankara Müzik Öğretmen Okulu’ndan Ankara Riyaseti Cumhur Orkestrası’na seçilerek orada çalışmaya başlar. Aynı zamanda müzk öğretmeni olarak da İkinci Ortaokul ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden çalışır.

Mehmet Ruhi Su, konservatuarın Opera Bölümü öğrenciliğini sürdürürken bir öğretmeni keman çalışmasının ses tellerine zarar vereceğini, sesinin zayıf çıkacağını söyleyerek, bir tercih yapmasını iser. Mehmet Ruhi, kemanı bırakmak zorunda kalır.

Operadan
Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor’a…


1936’da Devlet Konservatuarı’nda opera bölümüne başlar. 1945 yılında Opera Kanunu çıkınca öğretmenliği bırakmak zorunda kalır. 1952 yılına kadar pekçok operada rol alır: Bastien Bastienne, Madam Butterfly, La Boheme, Satılmış Nişanlı, Fidelio, Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düğünü, Rigoletto, Aşk İksiri.

Devlet Operası’nda çalışmaya başladığı yıllarda eşiyle anlaşmazlık nedeniyle ayrılır. “Konsolos” operasının provasındayken gözaltına alınır ve tutuklanır. Opera yaşamı böylece noktalanır.
Operayı çok seven Mehmet Ruhi, türkü söylemeyi hiç bırakmamıştır. Konservatuarda türkülerini dinleyen hocalarından Markovich, “Türk müziğinin bu kadar güzel olduğunun ilk defa farkına varıyorum” der ve zamanın Radyo Müdürü Vedat Nedim Tör’e Ruhi Su’dan övgüyle söz eder. 15 günde bir pazar günleri saat 10’da “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonslu radyo programı böylece başlar. Bu program, 1942-1945 yılları arasında çok ilgi görererk devam eder.

Ruhi Su’nun söylediği türkülerin çoğu, alevi deyişleri ve alevi nefesleridir. Alevi nefeslerini ve müziğini geniş halk kitlelerine kararlılıkla ilk duyuran Ruhi Su’dur. O, Alevi müziğinde, halkların yıllar süren başkaldırı mücadelesini görmüştür. Ali İzzet’ten “Bir Allah’ı Tanıyalım Ayrı Gayrı Bu Din Nedir”, Pir Sultan Abdal’dan “Gelin Canlar Bir Olalım”, Muhyi’den “Zahit Bizi Tan Eyleme” gibi nefesler söyleyen Ruhi Su “alevi türküleri söylüyor, komünizm progpagandası yapıyor” diye susturulur. Mesut Cemil, Ruhi Su’nun radyodaki işine son verir.



Uzun yol arkadaşı Sıdıka Su ile tanışma…
Sansaryan Han, Tabutluk Önünde Sıdıka’nın Sesi ve Mahsus Mahal…

1946’da Ruhi Su, Ankara’da yedek subaylığını yaparken operada oynamaya devam eder. Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde oluşturduğu bir korosu vardır. Sonradan eşi olacak Sıdıka Umut da, o yıl Dil ve Tarih’in Felsefe Bölümü’ne girer. Bursa’da okumuş olan Sıdıka Umut, o zamanlar Bursa Hapishanesi’nde olan Nazım’ı ziyaret ettiğinde, Nazım onun DTCF Felsefe’de okumasını istemiştir.
Ruhi Su ile dünya görüşleri arasındaki yakınlık, türkülere duydukları ortak sevgiyle dost olurlar. 1950 yılında da, hem aşık, hem dost... Her ikisi de, o yıllarda sıkı takip altında bulunan TKP ile ilişkili olduklarını aynı sıralarda keşfederler. İlişkileri gelişirken, geniş kapsamlı TKP tevkifatı başlar. Ruhi Su ve Sıdıka Umut da sıralarını beklemeye…
Ruhi Su’nun korosu kapatılır. 11 Kasım 1952’de Sıdıka Umut, okulu bitirmesine iki dersi kala, evinden alınarak Ankara Birinci Şube’ye, oradan da Sansaryan Han’a götürülür.
Aynı gün, Ruhi Su’nun Kaledibi’ndeki evine de gider polisler. Ruhi, kapıyı açmaz. Biraz zaman geçtikten sonra önce Sıdıka Umutlar’a gider, Sıdıka’nın götürüldüğünü öğrenir, sonra çalıştığı Opera binasına gider, eşyalarını toplamaya… Eşyalarını toplamış, Opera binasından çıkmış, daha karşıdaki geniş caddeye geçmeden motosikletli polisler Ruhi’yi durdurmuştur. Sonra Sansaryan Han, sonra Harbiye Cezaevi…
Ruhi Su da, Sıdıka Su da ikisinin de Sansaryan Han’da olduklarını ancak 5 ay sonra öğrenebileceklerdir.
Sansaryan Han’ın en alt katındaki hücrelerden birinde beş ayı aşkın süre kalan Ruhi Su, ağır işkenceler görür. Tabutluklara konur. Yere çömelemeyeceğiniz, ancak biraz kaykılarak sırtınızı dayayabileceğiniz, eniyle boyuyla “bir insanlık” hücrelerdin tabutluklar.

Sansaryan Han’da aylarca kanaması durmayan bembeyaz tenli, zayıfçacık Sıdıka Umut, askerler tarafından tabutlukların önüne getirilip bir doktorla görüştürülür. Doktor Sıdıka Umut’a, neyi olduğunu sorar ve yavaş konuşmasını tembihler. Sıdıka Umut, mırıl mırıl anlatır. Nereden bilsin arkadaki tabutlukta Ruhi Su’nun olduğunu? Bu durumu, ancak Harbiye Cezaevi’ne getirildiklerinde Ruhi Su anlatacaktır. Ruhi Su, Sıdıka’yı usulcacık çıkan sesinden bile tanıyacak, Sansaryan Han’da olduğunu, üstelik hasta olduğunu anlayacak, içeride çırpınacaktır eli kolu bağlı olarak. Mahsus Mahal’i işte o tabutlukta düşünecek ve üretecektir:
“Mahsus Mahal derler,kaldım zındanda
Kalırım kalırım, dostlar yandadır
Iki elleri kızıl kandadır kanda
Aman ölürüm, aklım sendedir
             Artar eksilmeyiz zındanlarında
             Kolay değil derdin ucu derinde
             Kumhan ırmağında, Karaburun’da
             Bulurum, bulurum öfkem kındadır
Dirliğim düzenim, dermanım canım
Solum sol tarafım, imanım denim
Benim beyaz unum, ak güverçinim
Aman bilirim, bilirim kardeş gelen gündedir”

Harbiye Cezaevi…
Paspastan bağlama…

Ruhi Su ve Sıdıka Umut, ancak Harbiye Cezaevi’nde birbirlerini görürler. Ruhi Su, gördüğü işkencelerden hâlâ tanınmaz haldedir. Görüşmelerini resmi izne bağlamak için nişanlanmaya karar verirler. Ruhi Su, eşe dosta haber salar. Sıdıka Umut için çok güzel bir yüzük getirtir. Oracıkta nişanlanırlar.

Harbiye Cezaevi’nde 3.5 yıl kalırlar. 3.5 yıl her hafta 10 dakika görüşürler ve her gün mektuplaşır, haberleşirler. Suyun banyodan akıp gitmesini sağlayan oluk üstüne zula yaparlar. Küçük kağıtlara mektuplar yazarlar, ıslanmasınlar diye o zamanlar yeni olan jelatin kağıtlara sararlar, zuladan bırakılanı alır, yerine kendi mektuplarını koyarlar. Pencereden de ışıkla, vücutlarının devinimleriyle haberleşirler. Sonra türkülerle, uzun havalarla seslenir Ruhi Su, Sıdıka Umut’a. Ruhi Su’nun sazını içeri almasalar da, Faik Şekeroğlu adında bir arkadaşı ona paspastan bir saz yapar. Ruhi Su, o sazı çalar, türkü söyler, cezaevi onun sesiyle yankılanır. Ancak 2 yıl sonra izin çıkar ve Ruhi Su Ankara’dan bağlamasını getirtebilir.

Ruhi Su, hapishanede arkadaşları arasından bir koro kurar, onlarla çalışır, onlardan türküler derler, onlara türküler söyletir. Arkadaşlarını bıktırmamaya çalışarak cezaevinin tenha köşelerinde, her gün ses egzersizi yapar. Ruhi Su, sürprizleri çok sever, çok da zevklidir. Sıdıka Umut için boncuktan çantalar, tahtadan kutular yapar. Sıdıka da, ona nakışlar işler, kazaklar örer.

Harbiye Cezaevi’nde evlenirler. Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko nikah şahitleridir. Behice Boran, Sıdıka’nın fakültede öğretmenidir. İçeride ise altlı üstlü ranzalarda yatmışlardır.


Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde…
Hasan Dağı Hasan Dağı Eğil Bir Bak…


Ruhi Su, türküler üzerinde en verimli çalışma dönemini cezaevinde geçirir. Bestelediği türkülerin çoğu bu döneme rastlar. “Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde”, Ankara’dan İstanbul’a Sansaryan Han’a getirilişini anlattığı türküdür.

1951 tevkifatı sanıkları için Harbiye Cezaevi içinde özel mahkeme salonu yapılır. İstanbul göbeğinde yatıp yargılanırlar, açlık grevleri olur, ama basının kılı bile kıpırdamaz. Basın sadece tutuklamayı duyurur. Ruhi Su ve Sıdıka Umut, beşer yıla mahkum olurlar. Erkekler Adana Cezaevi’ne, iki tutuklu kadından biri olarak kalan Sıdıka Umut ise, (Diğer tutuklu Sevim Belli’dir) Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilir.
Ruhi Su, mahkumlarla birlikte, İstanbul’dan Adana’ya otobüsle götürülürken bileklerinden ikişer ikişer zincire vurulmuşlardır. Tuvalete bile birlikte gitmek zorundadırlar. Jandarma o kadar sıkmıştır ki zinciri… “Hasan Dağı Hasan Dağı Eğil Eğil Bir Bak” türküsü bu yolculuğun ağıtıdır.
Nazım Hikmet’ten Kuvay-ı Milliye Destanı’nı cezaevinde düşünmeye başlar, 1960’tan sonra besteyi tamamlar. “Seferberlik Türküleri ve Kuvay-ı Milliye Destanı” plak olarak 1971’de çıkar.

Şeyh Bedrettin Destanı’ndan bir parça ve Üç Selvi’yi 1974’te tamamlar. Adana Cezaevi’nde, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Almanya’da Çöpçülerimiz” şiirini ve A. Kadir’in Bugünün Diliyle Mevlanası’ndan bazı şiirleri besteler.

Ve Özgürlük!
Selam vermeyen eski arkadaşlar…
Sıcak dostluklar…
Ruhi Su ve Sıdıka Su, Haziran 1958’de tahliye olur. Ruhi Su, sürgün yeri olan Çumra’ya gider. Sıdıka Su, mevcutlu olarak Ankara’ya ailesinin yanına…

Ruhi Su’yla Çumra halkı hemen kaynaşır. İş arayan, Ankara’ya nakil olmak isteyen Ruhi Su’nun naklini Emniyet Genel Müdürü Kemal Aygün istemese de, Çumra savcısı Muharrem İlkez ve hakimi İlhan Somer, onu Ankara’ya göndermeye çalışır. Savcı, Ruhi Su’dan cura dersi alırken, Ruhi Su’ya Çumra Cezaevi’nde bir de konser verdirir.

Ruhi Su, emniyet müdürünün muhalefetine karşın, Ankara’ya gelir. Ankara’da dostu Celal Cündoğdu, Etimesgut’ta Su ailesine bir işçi lojmanı verir. Etimesgut’a 2 saat uzaklıkta, bir tarla ortasında, elektriği, suyu olmayan, kerpiçten bir ev. Sümerbank basmalarıyla perdeler yapıp, aynı basmalarla Ruhi Su’nun tahta ve mukavvalardan yaptığı dolapları kaplarlar. Artık alabildiğine özgürdürler. Her sabah ve her akşam 2 kilometre yürüyüp jandarmaya imza verirler. Ruhi Su türküler söyler, şirin evlerinde konuklar kabul ederler.
1959 yılında oğulları Ilgın doğar.
Ruhi Su’yu Opera’ya tabii ki kabul etmezler. Rastladığı arkadaşları onunla konuşmaz, selam bile vermezken, hiç ummadıkları insanlardan sıcak ilgi görürler.

5 yıl aradan sonra Ruhi Su, Sıdıka Su ile ilk kez Arthur Miller’in oyununa gider: Satıcının Ölümü. Oyun bittiğinde Ruhi Su o kadar heyecanlanır ki, oyuncuları kutlamak için kulise gider. Coşkusu derin bir hayal kırıklığına dönüşür. Cüneyt Gökçer’le karşılaşırlar önce. Cüneyt Gökçer, Ruhi Su’yu karşısında görünce neredeyse geri adım atacak olmuştur. Ruhi Su fena halde bozulur, paramparça olur.












Atıf Yılmaz’dan Çağrı…
Taksim Gazinosu…
Kazım Taşkent’ten Teklif…
Bedii Faik’in Sorusu: İş adamlarımız Uyuyor mu?

Ruhi Su, arkadaşlarının nakliye şirketinde eşya taşıyarak yaşımını sürdürür. Emniyet nezaretinin son günlerinde Atıf Yılmaz, Osman Nuri Karaca ve arkadaşları Ankara’ya gelir. Atıf Yılmaz “Karacaoğlan’ın Kara Sevdası” filmini çekecektir. Ruhi Su’yu filmin müziklerini yapması için Adana’ya çağırır. Ruhi Su, Adana Çığşar yaylası’na gider, türküler derler, bunları film için korduğu koro ile bu filmde söyler.

Film bitince Taksim Gazinosu’nda sahneye çıkmak üzere İstanbul’a gider. 2 Mart1960’ta ise ailesini yanına alır. Bu tarihten itibaren türkülerini gazinolarda söyler.

Karacaoğlan'ın Kara Sevdası (Yön:Atıf Yılmaz)
Yapı Kredi Bankası’ndan Kazım Taşkent’ten, kendi adına bir kulüp kurması için teklif alır. Ruhi Su, bunu yapamayacağını, ancak yine aynı bankanın düzenlediği halk oyunları şenliğine gelen ekiplerin müziklerini banda alıp, notaya aktararak bir arşiv oluşturabileceğini, bankanın da daha yararlı bir işe yatırım yapmış olacağını söyler. Çalışmaya başlar. Bu arşivleme 5 yıl sürer. Notalar basılır, kitap çıkmak üzeredir.

O sıralarda Ruhi Su “Bitmeyen Yol” adlı filmde bir türkü söyler. “Serdari Halimiz Böyle N’olacak / Kısa Çöp Uzundan Hakkın Alacak.” Dünya gazetesinde, o dönemin ünlü fıkra yazarı Bedii Faik, “Kulaklara Kurşun Gibi Akan Ses” cümlesini de içeren bir fıkrasında “İş adamlarımız uyuyor mu?” diye sorarak Ruhi Su aleyhinde kampanya başlatır. İktidara Demirel geçmiştir. Kazım Taşkent, Ruhi Su’yu çağırır, Bedii Faik’in yazısından söz eder, “Sen artık bütün aletleri ve notaları alıp evinde çalışssan” dese de Ruhi Su bunu kabul etmez. “Anlaşıldı. Siz yeni iktidara göre yeni adımlar atacaksınız” der ve her şeyi bırakarak çıkıp gider.

Beş yıl boyunca onca emek vererek derlediği, notaya aktardığı halk oyunları, Yapı Kredi Bankası tarafından kitap olarak, Sadi Yaver Ataman adıyla çıkartılacaktır.

Sami Yaver, Ruhi Su’ya “Bu senin emeğin. Ama böyle istediler” der. Mahkemede de bu sözleri tekrarlayınca Ruhi Su, açtığı davayı kazanır. Tazminat istememiştir. İkinci baskının Ruhi Su adıyla çıkmasına karar verilse de, Yapı Kredi ikinci baskıyı yapmayacaktır. Ancak bu kitap, Ruhi Su’nun ölümünden 3 yıl sonra, Ruhi Su imzasıyla, Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla çıkacaktır.
 Ses ve Tel Birliği Korosu’ndan
Ruhi Su Dostlar Korosu’na…

İlk koro çalışmasını 1936’da kurduğu Müzik Öğretmenliler Korosu ile gerçekleştirir. Koronun başına öğretmenleri Ahmet Adnan Saygun’u geçirmişlerdir. Koronun adı, döneme ait belgelerde Ses ve Tel Birliği Korosu olarak geçer.




İkinci koro çalışmasını ise 1944-1947 yılları arasında Ankara Üniversitesi DTCF’nde oluşturduğu koro ile yürütür.

Ruhi Su, hapishane yaşamı boyunca da kısa dönemli koro çalışmaları yapar.

Ruhi Su’nun en önemli korosu, 1975’te Dostlar Tiyatrosu bünyesinde, ilk üyelerini sınavla seçerek kurduğu Dostlar Korosu’dur. Aynı yıl, Sümeyra Çakır da Ruhi Su’dan ders almaya başlar, korist olarak Dostlar Korosu’na katılır.

Ruhi Su ve Dostlar Korosu
Dostlar Korosu, Ruhi Su yönetiminde, çoksesli türkü çalışmalarının ilk örneklerini, iki sesli türküleri seslendirdiği konserlerde vermeye başlar.

1976’nın sonunda El Kapıları, 1977’de Sabahın Sahibi Var, 1978’de Semahlar uzunçalarında Dostlar Korosu, Ruhi Su’ya eşlik eder. Karşılaşılan nice güçlüğe karşın, çok sayıda konser verirler. 1980 yılında 12 Eylül darbesinin baskıcı yönetimi altında çalışmalarına ara vermek zorunda kalırlar. Bu suskunluk, Ruhi Su’nun aramızdan ayrıldığı 1985 yılına kadar sürer.

Dostlar Korosu, 1986’da önce Ruhi Su’yu anma gecelerine katılmak üzere biraraya gelir. Çalışmalarını Timur Selçuk, Sarper Özsan, Hüseyin Tutkun, Cenan Akın, Öcal Öcalan, Refik Köksal, Cengiz Ünal, Ortaç Aydınoğlu ve Berktay Akyıldız gibi değerli müzik adamları yönetiminde sürdürür. Koro, 1987’de “Ruhi Su Dostlar Korosu” adını alır. Ülkemizde, bunca yıldıru yaşamını kesintisiz sürdüren, varlığını koruyan bir başka amötür koro yoktur.

Ana Sütü Gibi Saf,
Dibi Görünen Denizler Gibi Temiz!

73 yaşında hastalığına kanser tanısını konulduktan sonra, Ruhi Su’nun yurtdışında tedavisi için girişimde bulunulmasına karşın, yetkililer hiçbir gerekçe göstermeksizin sanatçıya pasaport vermemekte direndiler. Ülkemizin ve dünyanın aydınları, sanatçıları bu nisanlık dışı, utanç verici direnişi kırmak için uğraş verdiler. Ruhi Su’nun “tedavi” amaçlı olarak ve “yalnız bir defaya mahsus olmak üzere” yurtdışına çıkmasına izin verilir. Ama artık çok geçtir.

Ruhi Su, ana sütü gibi saf, dibi görünen denizler gibi temiz, türküler gibi yalansız dolansız, onurlu, inançlı, ödünsüz kişiliği, yalın ve tok duruşuyla bize ışıktır.



RUHİ SU DEDİ Kİ:

Ruhi Su; 1942 ile 1945 yılları arasında, öğretmeni Markowich’in önerisi ve beğenisi ile 15 günde bir türküler söyler. O’nun sesinden söylenen türküler, kiminin aklını başından alır, kiminin de aklını başına devşirir. Ama birileri rahatsızdır. “Alevi türküleri söylüyor. Komünizm propagandası yapıyor” derler. “Sesinizi burada harcamayalım” dediler kendisine ve radyo yaşamı da bitti.
  
Şimdi o günlere gidelim. Ruhi Su 32 yaşında genç bir sanatçı. Radyo dergisinde bakın ne diyor:
      Çocukluğumdan beri bu türkülerin etkisi altındayım. Adana’nın işgali sırasında dağ köylerine kaçmıştık. İki yıl, böyle köy köy dolaşarak geçen yaşamım boyunca halk türküleri benliğimin hamuruna katıldı”.

                        “Öyle saz çalan köylüler var ki, görseniz; (meğer biz, Batı müziğine köyde yaklaşmışız) demekten kendinizi alamazsınız.”

                        Türkülerimiz; insanı anlatabilmek ve çok yönlü olarak anlatabilmek bakımından ileri ve devrimci bir nitelik taşıyor.”

·       “Biricik merakım; bu batı tekniğinden yararlanarak bizim ses müziğimizin söyleniş tekniğini bulmaktır”
                        Halk müziğimiz; bizi batı müziğine götürmek yolunda en faydalı olanıdır. Batı müziğini seven ve bizim müziğimizi yapmak isteyen her insan gibi ben de, bu kaynağın başına geldim ve kendi hisseme düşen taraftan içiyorum. Bu öyle bir içki ki, içtikçe insanın aklını başına getiriyor.”
               “Şarkı söylemeyi meslek olarak seçen bir insan için, bu –en azından- bir klasik eğitim, bir ses eğitimi, bir müzik eğitimi, sözün kuralarına göre bir şarkı söyleme eğitimi ve sonsuz bir insan sevgisi demektir. Türkü söyleyen bir sanatçı ise, bunlarla beraber halkını ve bu türküleri meydana getiren koşulları iyi bilmeli. Bunların olmadığı yerde, iş herkesin kolayca yapabileceği bir klişe icraya yönelir ki, bizim memleketimizde genellikle şarkı söyleme sanatı böyle olagelmiştir. Bazılarının “halk gibi söyleyiş” dediği de budur.”  Ruhi Su   
                                                                                    
  • “Halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmez”  Ruhi Su.                            

    Bizim geleneğimizdeki halk türkülerinde, türkü söyleyenlerin seslerindeki kimi süslemeler, işlemeler; sesler arasında var olan basamakları bilinçli olarak bilip geçememekten doğmadır, basmaklar arasını bir yoklamadır. Bunlar müzik için gerekli şeyler değildir. Bu basamakları rahatlıkla geçebilme tekniğine sahip olan kimse, o oyunları gereksemez. Doğrudan müziğin kendisini yapar. Bir sesten ötekine doğrudan geçebilir. İşte anlattığım bu yoklama, zamanla bir söyleyiş tekniği imiş gibi ortaya çıkar. Oysa gerçekte bu bir teknik değildir. klişe söyleyiştir. Bunun ulusallıkla bir ilintisi yoktur”.                                                  Ruhi Su
         “Bir şeyler de getirmeli bir söyleyiş. Bir şey getirmiyor, ileriye doğru bir şey değiştirmiyorsa, yaşıyor sayılmaz bir sanat…. Yaptığımız iş, hem halkın özlemlerini gerçekleştirmeli, hem de halkın özlemlerini geliştirmeli.”              Ruhi Su 1980 





RUHİ SU İÇİN DEDİLER Kİ:

Vedat Nedim Tör
  
 Ruhi Su, Devlet Konservatuarı Opera Bölümü’nü ilk bitiren ve Devlet Artisti payesini kazanan bir ses sanatkârımızdır.(...). Geçen sene temsil edilen Fidelio’da ve Satılmış Nişanlıda çok alkışlanmıştır. Ankara Radyosu’nda üç telli sazla ara sıra söylediği halk türküleriyle de bütün Türkiye’ye ün salmıştır
Halk türkülerinin de yavşak piyasa ağzıyla meyhanelere düştüğü bu aşağılık ve soysuz çağımızda, tam manasıyla asil ve yüksek seviyeli bir konser dinlemek, bulunmaz bir mutluluk oldu.     Vedat Nedim Tör / Vatan, 25 Ağustos 1944




Abidin Dino


Ruhi Su’ya göre, halk türküleri melodi ve şiir bakımından tam kıvamını bulmuş sanat eserleridir, ses ve okunuş bakımından pürüzlerinden ayıklanınca, klasik denecek kadar sağlam ve belirli bir ses mimarisine erişmiş şaheserlerdir.     Abidin Dino / Yaprak Dergisi, 15 Mart 1950


       






Azra Arhat

 Kısa boylu, tıknaz, kabarık saçlı bir adamdır Ruhi Su. Onu bağlaması ile gözleri kapalı türkü söylerken dinlediğim zaman, balçıktan bir adam, Anadolu toprağına karışmış bir varlık görür gibi oldum… Konserde yanımda oturan bir dileyici ne dedi biliyor musunuz? “Anadolu ölmez bir Varlık ve Ruhi Su onun bekçisidir.” dedi. Ben de öyle düşünüyorum.     Azra Erhat / Yeni İstanbul, 10 Nisan 1951








Aziz Nesin

Kafam uğulduyor. Utancımdan elimi yüzüme kapıyorum. Ruhi Su, elinde sazı ile gelip oturuyor mikrofonun önüne. Çalıyor, söylüyor. Bir ses, bir yiğit ses ki, süslü püslü salona sığmıyor. Buralık değil bu ses. Söyleyen Ruhi Su değil. Onun ağzında bütün bir yurt dile gelmiş.    Aziz Nesin / Akşam, 18 Ocak 1960









Sabahattin Eyüboğlu

         Kan ağlayan ağıtlar, yiğitçe baş kaldıran koçaklamalar, derin bir insancalık yüklü nefesler; sırıtkan, yayvan ağızlarda eğlencelik, göstermelik haline gelmişlerdir… Bu yozlaştırmaya “yeter” diyor gibidir, Ruhi Su’nun yanıklığı, uyanıklığa çeviren gürbüz sesi. Saza bile başını eğmeden, göğsünü gere gere türkü söyleyişi.     Sabahattin Eyüboğlu.


        



Francis Babey


 Ben Türkçe bilmiyorum, ama Ruhi’nin türkülerini, müziğini anlıyorum. Ruhi’nin muazzam bir sesi var; müthiş bir nefesi var. Bu öyle bir şey ki, sanatçının sözlerini anlamadan, ne söylediğini, ne duyduğunu anlıyorsunuz. Çok sıcak şeyler söylüyor: Dünyanın her yerinde anlaşılacak şeyler söylüyor.”  Francis Babey  / Cumhuriyet, 20 Şubat 1971 (Kamerun’lu müzikolog, kompozitör, gitarist, romancı ve şair)









KIZIL VAZO (1961) Yönetmen: Atıf Yılmaz Senaryo:Vedat Türkali






Filmin tamamını izleyebilirsiniz